Hindistan Notları - III (İnanç ve Kültür)
- tekellum
- Nov 7, 2015
- 7 min read
İnanç dünyasının zenginliği Hindistan hakkında tam bir araştırma konusu... Bu nedenle de çok sık araştırılıyor. Hindistan'ın kendisine verdiği isim, "Magnificent India", yani "Muhteşem, Harika ya da Fevkalade Hindistan"... Gerçekten de
ülke nasıl oluştuğu ve nesilden nesile nasıl aktarıldığı tam bir muamma olan o kadar çok inanç ve kültür kodu taşıyor ki, akıl almıyor. Genelde din deyince aklımıza İslam, Hıristiyanlık ve Musevilik gelen bizler için, oradaki din motifleri oldukça yabancı ve şaşırtıcı olabiliyor.
Hindistan'ın %70'ine yakını Hindu. Bu da yaklaşık 1 milyar insana tekabül ediyor. Bu 1 milyar insan, sayıları 600.000'e yaklaşan ilaha sahip. İnek de bunlardan biri. Bir başka ifade ile 1 milyar insan ineğe tapıyor diyebiliriz. Hiç akla gelmeyecek bir ayrıntı. Ancak oradaki yaygınlığı görünce insan, biz Müslümanlara ne kadar çok görev düştüğünü görüyor ve içten içe titriyor. Çoğumuzun gündeminde bile olmayan bu büyük sorumluluğun altını çiziyor ve sizinle paylaşıyorum.

Sadece inekle de kalmıyor inanç boyutları, çeşit çeşit hayvan ve doğa şekilleri bu ötel varlıkların içinde... Yalnız bir ayrıntı var ki, insanların zihinlerindeki tevhid tohumunu ortaya seriyor. Hindistan'da 28 eyalet var ve bu eyaletlerden biri de Karnataka. Ziyaret ettiğimiz Bangalore ise Karnataka eyaletinin başkenti. Her bir eyalet birer ülke gibi olduğundan, her eyaletin de kendisine has bir parlamento binası var. Bangalore'daki parlamento binası da görkemiyle bizim TBMM binasını gölgede bırakacak büyüklükte bir bina. Bu devasa ve saray-misal binanın duvarında İngilizce ve Hintçe olarak "Government Work is God's Work"="Devlet işi Allah'ın işidir" yazılı. Dikkat edin, "Tanrıların işidir" demiyor. Konu din olunca Allah'a yüzlerce ortak koşanlar, konu kendi hakimiyetlerine gelince onu ancak tek Allah'la özdeşleştiriyorlar. Hatırlayın, yakın zamanda bir bakanımız da "Devlet şerik kabul etmez" demişti. Konu devlet idaresi olunca nedense herkes şerik kabul etmeyen Allah'ı aklına getirirken, konu din olunca bir anda politeist oluyorlar. Bunlara sormak lazım; siz bile hükmünüzde şerik kabul etmiyorsunuz, Allah niye kabul etsin? Bu ibret verici buluşu tarihe ve insanlığa, ayrıca sosyoloji dünyasına armağan ediyorum.

Her şeyden önce bütün her yerde asılı bulunan Ganesh putunu görüyorsunuz. Nasıl ki bizim arabalarımızda Ayetü'l Kürsî ya da Cevşen asılı bulunuyor, orada da bütün arabalarda Ganesh ya da Shiva ya da bilmem ne türlü putu görebiliyorsunuz. Ganesh özünde bir fil... Şekil olarak da bana sempatik gelmediğini söylemeliyim. Ama Ganesh'in binbir türlü oyuncağını ya da putunu ülkenin dört bir yanında görmek mümkün...
Hindistan'ın hediyelik eşya dükkanlarında her çeşit Ganesh bulmak mümkün.. Altın, gümüş, sedir ağacından, heykel şeklinde, sembol şeklinde ... vs.. Tabii bunlardan bir tane almadım, zira dediğim gibi bana hiç de sempatik gelmiyor... Benim için hürmete layık olmadıkları gibi, estetik bir değer de taşımıyorlardı...Hindistan adım başı tapınaklarla dolu. Hangi tapınak, hangi dine
aittir, hangi şekil, hangi anlamı taşır bilemem. Birçok Hintlinin de bunları tam manasıyla anladığını düşünmüyorum. Zira abartısız binlerce çeşit puttan söz ediyoruz. Bir de bunların mana boyutlarını filan da sayarsak içinden çıkılır bir durum değil.
Bizim seyahatimiz bir fabrika için olmuştu. Bir iş gezisiydi, kültür gezisi değil... Bu nedenle de elde fırsat oldukça bir yerleri görmeye çalıştık. Fabrika ziyareti için Mahatma Gandhi caddesindeki otelimizden ayrılıp, bir başka eyalete, Tamil Nadu eyaletindeki Hosur kentine doğru yola çıktık. İki eyalet arasında yolculuk ettiğimiz halde yol boyu binaların bittiği ve yalnızca boş arazinin kaldığı bir yere rastlayamadık.

Tabelalar da olmasa eyalet değiştirdiğimizi anlayamayacaktık. Derken, fabrikaya çok yakın bir noktada lunaparklardaki korku tünellerini andıran bir binaya rastladık. Bu binaya ilk bakışta bir lunapark binası gözüyle bakmak gayet mümkündü. Ancak sonra yanımızdaki rehberimiz mühendis Kiran'a sorduğumuzda bunun bir tapınak olduğunu öğrendik. Fabrika'dan dönüşte buraya girmek istediğimizi söyledim. Kiran inanamadı. "Gerçekten mi?" diye sordu. Biz de ısrar ettik. O da içeriye yalınayak girmemiz gerektiğini, bunun sorun olup olmayacağını sordu. (Zira Hindistan'da genel uygulama böyle. Bütün tapınaklara, hatta camilere bile en dış kapıdan itibaren yalınayak giriliyor.) Biz de girebileceğimizi söyledik. Kiran girmedi, kapıda bekledi. Sebebini bilmiyorum. Ancak Kiran da dindar bir Hindu olduğu için bunu başka bir şeye yormadık. Ayakkabılarımızı çıkardığımız en dış avlu kapısının önünde sunakta adanmış ikiye bölünmüş limonlar gördük. Güneşin altında pörsümüş ve değişik bir koku yaymaya başlamışlardı. Sri Maha Pratyangira isimli tapınağa şeklini veren yarı-aslan tanrıçanın altından geçerek tapınağa girdik.Sri kelimesi "kutsal" anlamına geliyor. Maha "büyük" anlamında...
Pratyangira ise resimde de görüldüğü gibi Yarı insan-yarı aslan bir tanrıça. Hindu dininde Yaşam Enerjisi anlamına gelen Shakti ile ilişkiliymiş. İnsan ve aslan ikilemi ise iyilik ve kötülüğün dengesine işaretmiş.
Tapınağın toprak zeminli iç avlusuna girdiğimizde, Arslan ağzı şeklinde yapılmış bir girişi olduğunu gördük. Bu şaşkın görünüşlü arslanın bizi yutmasına izin verdik ve tapınaktan içeri daldık.

Tapınağın içinde belden yukarısı çıplak, altında peştemal, boynunda da taşlardan oluşmuş kolyesiyle iki tane Hindu rahibi vardı. Yüzleri boyalıydı. Bizi görünce biri diğerine işaret etti. İşareti alan yanımıza geldi ve elindeki bir çanağa ellerimizi koymamızı istedi. Dört kişi, ellerimizi koyduk. İsimlerimizi sordu. Hepimiz söyledik. Sonra çanağı aldı ve bizim değil yalnızca rahiplerin girebildiği ancak dışarıdan içi görünen, kapısı olmayan bir odaya gitti.

Odada bir tahtın üzerine oturmuş vaziyette ürkütücü bir putun önünde, çığlık atarak dans etmeye başladı. Sanırım bu dansın neticesinde içeri girmemiz için izin çıkmış olacak ki, geri dönüp, çanağın içinden birer parmak boyalı toz alıp alnımıza bastı.
Sonra içeriyi dolaşmaya başladık. Tabii taht odasına giremiyoruz. Odanın etrafındaki koridorlar boyunca dolaştık. Sağlı sollu dizilmiş, korkunç figürler ve heykelciklerin arasından geçerek parkuru tamamladık. Parkurdan etkilenmemek mümkün değildi. İnsanların çok büyük kutsallık atfettiği ve hangisinin ne tür işleve sahip olduğunu bu kadar kısa sürede bilemeyeceğim çoklukta sembol ve heykelcik, yerleri, duvarları doldurmuştu. Genelde heykel ve figürlerde gözleri patlak, dişleri dışarıda, her an her şeyi yapabilecek görüntüde insan, hayvan
ya da insan hayvan arası karakterler vardı. Zamanımız dar olmasaydı bunları aklı başında bir rahiple tartışmak isterdim. Hindistan'ın dünyevi, uhrevi her yerinde görüldüğü gibi desenler, şekiller rengarenkti. Aslında Hinduizm, oradan buradan devşirilmiş bir inançlar yumağı izlenimi veriyor. Tapınağın her yerinde bir insanın karizmatik bulma ihtimali olan her şeyin korkunçlaştırılmış bir putu vardı. Rahiplerin de gerek giyim kuşamlarında, gerekse de ritüellerinde Afrika yerlilerini andıran bir tarz göze çarpıyordu. Ancak rahipler Hindistan'da oldukça üst bir sınıf ve benim gördüklerim, iyi eğitim almış gibi görünen, müşfik tiplerdi. Bize karşı da oldukça nazik davrandıklarını söyleyebilirim. Yer yer sağımızdan solumuzdan yöre halkından da tapınağı ziyaret etmek için gelenler geçiyor, değişik heykellerin önünde durup, değişik hareketler yapıyorlardı. Çıkışta alnımıza çaldıkları toz boyayı silmek istedim. Kiran'a bunun saygısızlık anlamına gelip gelmeyeceğini sordum. O da silebileceğimi söyledi. Ancak bu boyanın günahlarımızın affedildiği anlamına geldiğini, bu nedenle kalsa daha iyi olacağını söyledi. Hindular tapınaklara girdiklerinde bu toz boyayı alınlarına ve bir de bileklik şeklinde bir ipi bileklerine bağlıyorlar. Bu onların tapınak ziyareti yaptığı ya da tapındığı anlamına gelen bir ritüelmiş. Ben niyeyse o garip havanın da etkisiyle kendimi tütsülenmiş ya da büyülenmiş gibi hissettiğimden dolayı boyayı bir mendille sildim. Kiran bunun bir mahzuru olmadığını söylemiş olsa bile boyayı silmem hiç hoşuna gitmedi, çünkü bakışları hissiyatını ele veriyordu. Onun böyle hissedeceğini bilseydim, o boyayı bir süre daha taşımaya razı olurdum ama sildim bir kere. Diğer arkadaşlarım boyalarını silmemeyi tercih ettiler.
Bir dinin bütün ritüelleriyle mantığını çözmek bu kadar kısa sürede mümkün olamazdı. Ancak kısa süreli izlenimim Hindu dininin cezalandırıcı ilah anlayışını çok fazla ön plana çıkardığı yönünde. Temel espri yine de aynı. Tapınaktan çıkışta Kiran, sorumuz üzerine kendi dinlerinin temel esprisinin, doğruluk, dürüstlük, insanca erdemler olduğundan bahsetti. Bütün dinler gibi Hindu dininin de köken itibariyle ilahi olduğunu söyleyebilirim. Ancak bütün zayıflıkları ve kişisel bozukluklarıyla insanoğlu, bütün o yüce din anlayışlarını öyle hurafelerle ve değiştirmelerle donatıyor ki, sonradan tanınamaz hale getiriyor. Cenab-ı Allah insanların bu özelliklerinin onları saptırmaması için, sık sık peygamberler ve alimler, aynı zamanda salih insanlarla kendi dininin güzel özelliklerini yaşatarak temsil ettiriyor. Kitaplarıyla temel prensiplerini insanlara duyuruyor.
Bir başka dinin tapınağını daha görmüş olalım diye, Krishna tapınağına doğru yola çıktık. Ancak yolda daha önce bu tapınağa gitmiş olan arkadaşlarımızın tavsiye etmemesi ve ikindi namazı vaktinin tehlikeye girmiş olması sebebiyle tapınağı ancak dışarıdan görüntüleyebildik. Arkadaşlarımız, içeride oldukça hoş sohbet bir rahibin sizi gezdirdiğini, uzun uzun tapınağı anlattıktan sonra da "Pamuk eller cebe..." dediğini anlattılar. Biz de vaktin darlığını göz önüne alarak içeri girmeden ayrıldık.

Hindistan'da inanç dünyası rengarenk. Üstelik her bir inanç grubunun birbiriyle etkileşim halinde olduğunu söylemek gayet mümkün. Caddeler arasında dolaşırken, renk renk ve desen desen inanç ögelerini, gerek insanların kıyafetlerinde, gerekse tapınak binalarında görmek mümkün. Her inancın etkileşim haricinde kendine has motifleri var. Gittiğimiz fabrikanın bir yerinde, personelin kullanması için hazırlanmış bir tapınma köşesi vardı.

Ayrıca her sokak başında, kimisi küçük bir büfe kadar, kimisi de devasa boyutlarda tapınaklar karşınıza çıkıveriyor. Kıyafetler de özellikle kadınlarda, kültür normlarının altını çizer cinsten. Modern dünyanın kıyafet tarzını uygulayan insanlar da hatırı sayılır miktarda var. Ancak Hindistan'da genel anlamda bir kişinin kıyafetine bakarak hangi inancın mensubu olduğunu anlamanız mümkün.

Hindistan'daki 176 milyon nüfusuyla hatırı sayılır dini topluluklardan olan Müslümanlar da mümkün olan her yere kendi camilerini yapmışlar. Kıyafet açısından Müslümanları hemen tanıyabiliyorsunuz. Hemen hepsinin başında birer takke bulunuyor. Müslümanlar içinde bembeyaz kıyafetleriyle hemen diğerlerinden farklılığı göze çarpan insanlar da var. Genelde kirli bir görüntü veren sokaklar arasında gezen bu Müslümanlar, sanki o ortamın kirine hiç bulaşmıyor gibiler.
Tabii bu durum, tarihte büyük İslam-Hindu
savaşları ve katliamlarının olduğu coğrafyada Müslümanların dört dörtlük bir hayat yaşadıkları anlamında düşünülmemeli. Düşünsenize, Müslümanlar, Kurban Bayramı geldiğinde Hinduların tanrı diye hürmet ettiği sığırları kurban ediyor. Tabii genelde ülke sathında böyle problemler olmaması için, küçükbaş hayvanların tercih edildiğini söylemeliyiz. Benim gözlemlediğim kadarıyla Hindular ve Müslümanlar arasında kontrollü bir gerginlik, bir ateşkes hali var. Bütün cadde ve sokaklarda, dükkanlarda güvenlik görevlileri bekliyor. Müslüman camilerinin de girişine yakın yerlerde alt tarafı üniformalı, üst tarafı takkeli güvenlik görevlilerine rastlamak mümkün. Krishna tapınağından çıkarak, ikindi namazına yetişmek için alelacele bir cami

bulmak üzere şoföre tembihte bulunduk. Tabii bir cami bulmak yetmiyor, aynı zamanda arabayı park edebilecek de bir yer olması gerekiyor. Vaktin oldukça dar olduğunu ve acele etmesi gerektiğini de söyledik. Şoförümüz mesajı aldı mı almadı mı bilemediğimiz ve yol boyu 5-6 cami geçtiğimiz için sürekli daha şiddetli tembih ve uyarılarda bulunduk. O ise inatla hiçbir camide durmuyor, yola devam ediyordu. Israrlarımıza dayanamadı en sonunda ve "Sizi iyi bir yere götüreceğim" dedi. Öyle deyince rahatladık. Bizi götürdüğü yer, Rahimiyye Camii adında, geniş bir alana yayılmış, içinde büyük bir kabristanı ve türbeleri de bulunan, sanki rüyalarımdan fırlamış gibi bir yerdi. Bu duyguyu anlatamam. Ben oraya daha önce ruhen mutlaka gitmiş olmalıyım.
Esrarengiz ve ayrı bir masalsılık taşıyan ve köhneliğinin beraberinde ayrı bir cazibesi bulunan bu camiye bizi getirdiği için şoföre teşekkür de ettim. Mezarlıkta yer alan Mekkî Medenî Pîr türbesi de kapısında bize bir şeyler anlatmaya
çalışan ve ne
İngilizce ne de Arapça ile anlaşamadığımız türbedarıyla birlikte görmeye değerdi. Hicaz bölgesinden gelmiş olduğu dışında hayatı hakkında hiçbir şey bilmediğimiz medfun zâta Fatiha'mızı okuyup oradan da ayrıldık.
Bangalore gibi bir yerde cami görebileceğimi zannetmemiştim gitmeden önce. Ancak bir ön hazırlık için Google Maps'ten araştırma yaptığımda 20 kadar camiye rastlamıştım. Camilerin hepsi belirli bir bölgedeydi. Bu da müslümanların koloni halinde yaşadıkları düşüncesini vermişti bana. Gittikten sonra ise gördüm ki, çok daha fazla sayıda ve çok farklı bölgelerde camiler mevcut.

Bazı iş merkezlerinin altında ya da üstünde de ihtiyacı karşılamak amacıyla mescitler var. Arkadaşım Ahmet ile bu mescitleri keşfetme kararı aldık. Uzun aramalardan ve her gelene işaret diliyle anlatmaya çalışmadan sonra ilk bulduğumuz mescit bir iş hanının altında, bodrum katındaydı.

Hindistan'da camilerde vakitler bizdeki gibi her gün birer dakika öne ya da arkaya gitmiyor. Zaten az olan cemaat için, üstelik de ezan sesinin çok yüksek bir şekilde duyurulması mümkün olmadığı için, cemaat senenin belirli zamanlarında güncellemeler yaparak, genelde namaz vakitlerini sabit tutuyorlar.
Google Earth'in de katkılarıyla Mescid-i Nur diye bir cami bulduk. Dışarıdan güvenlik görevlisi bekleyen bir sokak girişinden içeri girdik. Kısa bir yürümeden sonra, içinde 6-12 yaş arası kızlı erkekli çocukların aynı bina ve bahçede ancak ayrı ayrı okudukları ve tahminime göre 1000 kadar öğrenciyi barındıran bir okul ve okulun karşısında çok güzel ve temiz inşa edilmiş Mescid-i Nur'a ulaştık.
Yeni yapıldığını tahmin ettiğim bu cami, her şeyden önce bir sanat eseri. Ayrıca insanın
ibadet şevkini artıran bir ortamı var. Daha sonradan yetimler okulu olduğunu öğrendiğimiz bu büyük okulla mescidin bütünleşik bir yapısı var. Çocuklar vakit namazlarında öbek öbek gelip mescidi dolduruyorlar. Kızlı erkekli öğrencilerin hepsi İslami bir kıyafetle geziyor okul bahçesinde. Gerçi camiye kızların geldiğini görmedim. Erkek öğrenciler sabah namazı da dahil bütün namazlarda camidelerdi. Öğrenciler arka tarafta kendilerine ayrılmış bir bölmede hocalarıyla birlikte cemaate iştirak ediyorlar. Başlarındaki hocaları vakit namazlarından sonra onlara bu bölmede dini nasihatler veriyor. Hocalarının muhtemelen Urduca konuştuğunu sanıyorum. Bu anlamadığım bir dil olsa da talebelere karşı konuşurken takındığı yumuşak ve müşfik edayı gıptayla uzun uzun uzaktan izledim. İçlerinde sabah namazı vakti olduğu için uyuklayan, hatta doğrudan yere uzanıp uyuyanların var olması, hocalarını hiç kızdırmadı. Onlara o gün için anlatması gereken şeyleri anlattı ve yine grup olarak camiden ayrıldılar. Daha önce de söylediğim gibi camilerde diğer tapınaklarda olduğu gibi dış avlu kapısından başlamak üzere yalınayak
geziliyor. İklim oldukça sıcak olduğundan kışın dahi üşütecek bir hava yok bölgede. Ayakların yere yalın bir şekilde değmesi de elektriği atmak açısından sanırım bana yaradı. Caminin bahçesi iklimin de yardımıyla tam bir botanik bahçesi. Rengarenk çiçekler ve güzel rayihalar sizi sarmalıyor. Yetimler okulunun küçük öğrencileri, etrafımızı sarıyor ve bizimle fotoğraf çektiriyorlar. İçlerinden en önce Osman geliyor. Kendisinin adını zar zor öğreniyoruz. Sonra da işaret diliyle anlaşmaya çalışıyoruz. Osman bir sonraki gelişinde bizi gülerek karşılıyor. Bize ısındığını anlıyoruz. O

incecik narin bedenlerine binmiş koca hayat yükü altında yetimler, sanırım Osman'ın da teşvikiyle etrafımızda dört dönüyorlar. Caminin avlusunda, okulun bahçesinde, her yerdeler. Onları ve içinde bulunduğumuz bu ortamı gördükçe gözyaşlarımızı tutamıyoruz. Müslümanların büyük bir çoğunluğu Hanefi burada... Dolayısıyla ibadetlerimiz birbirine çok benziyor. Dünyanın öbür ucunda bizim gibi ibadet eden insanları görmek, ayrı bir güzellik katıyor seyahatimize...
Bunun bana verdiği hissi size şöyle izah edebilirim. Hepimiz Allah'a inanıyor ve gönderdiği dinin ve Resulünün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hak olduğunu düşünüyoruz. Yine de düşünün ki vefat ettik ve kabre girdiğimizde melekler geldi, "Rabbin kim!" diye sual ettiler. O anda ne hissederiz. Bu sualin bize sorulacağını ömür boyu öğrenen ve buna gönülden inanan bizler, yine de ilmelyakîn bilginin aynelyakîne dönüşmesi karşısında "Demek ki doğruymuş!" demez miyiz? (Rabbim bu suallere hakkıyla cevap verenlerden eylesin bizi de...) İşte dünyanın öbür ucunda bir cemaatin, küçücük yavrularına kadar bizlerle aynı Allah'a inanıp, ona bizim gibi ibadet etmeleri bana böyle bir aynelyakîn hakikati fısıldadı.. Umarım anlatabilmişimdir...
Hindistan'ın birçok özelliğinden bahsedilebilir. Ama hiçbir özelliği bu dinler ve kültürler yumağı olma özelliğinin yanında bir şey ifade etmez. Bir karış boş yer olmaksızın silme insan dolu bu coğrafyada
küçücük bir kesit dışında fazla bir şey göremedik. Gitmeden önce büyük uyarılar aldık. Oraya gitmemizin çok tehlikeli olduğu, her tarafın hastalıklarla, mikroplarla dolu olduğu, gider gitmez yatağa düşebileceğimiz söylendi bize. Hamdolsun öyle bir sıkıntı yaşamadık. Eğer fırsat bulursanız, şiddetle tavsiye olunur. Türkiye'mizde yaşadığımız ve hele bu günlerde ayyuka çıkan kısır çekişmelerden sıyrılıp, nasıl bir dünyada yaşadığımıza dair tokat gibi bir uyandırma ile silkinmek istiyorsanız, bir gidin derim.Dört günlük bir geziden bütün bu din ve kültür normlarının künhüne vâkıf olarak çıkmak mümkün olamazdı. Nihayet kafamda birçok soru ile geri döndüm ülkeme...
تعليقات